Müslüman çoğunluğun yaşadığı ve İslamcı rejimlerin olduğu ülkelerde farklı inançlara mensup insanların doğuştan gelen haklarının insan haklarına uygun şekilde tanınmasını bırakın rejimin yorumladığı şekilde dini yasalara uymayan Müslümanlar da zaman zaman cezalandırılıyor.
Başörtüsünü düzgün bağlamayan kadınlara sağlık hizmetinin verilmesinin yasaklandığı İran örneğinde olduğu gibi. Eğer acil bir sağlık hizmetine ihtiyacınız varsa ve can çekişirken saçınız gözüküyorsa hastane kapısında doktorlar size bakmayıp ölüyorsunuz.
Veya Afganistan’da geçimini müzikten sağlayan bir müzisyenseniz Taliban müzik aletinizi parçaladığı için ailenizi geçindiremiyorsunuz. Kadın olarak doğmuşsanız kamusal alanı kullanmanız yasak olduğundan zindan hayatı yaşıyorsunuz. Tek izniniz erkek efendinize hizmet etmek. Nisa Suresi 34. Ayette de yazdığı gibi “Erkekler, kadınlardan üstündür ve itaat etmezseniz cezanız dayaktır”.
Salman Rushdie benzeri ünlü bir İslam eleştirmeni olmanıza gerek yok. Ahmed Rajib Haider gibi sıradan bir blog yazarı olsanız dahi öldürülüyorsunuz. Sudan’da oyuncak ayıya Muhammed ismini koyan öğretmenin hapse atılması gibi, bu ve benzeri örnekleri daha sayfalarca verebiliriz.
İslamcı rejimin her geçen gün etkisini arttığı Türkiye’de de benzer örneklerin yaşandığını görüyoruz. Dini değerleri aşağılama yasasının Pakistan’daki İslam’a küfür yasası gibi kullanıldığını, farklı inançlara mensup insanların ise korku içerisinde yaşadığını tecrübe ediyoruz.
Peki tüm bu olaylara ve duruma rağmen nasıl oluyor da İslamcılar her zaman mağdur olduklarını iddia edebiliyorlar?
İslamcı rejimlerden kaçınmak için rasyonel insanların koydukları kısıtlamalar, Karl Popper’ın hoşgörü paradoksu konusunun içerisine giriyor. Hoşgörüsüzlüğü önlemek için koyulan kurallar ve yapılan uygulamalar İslamcılar için mağduriyet kaynağı oluyor. Bu nedenle sizi hapse atmayı bekleyen bir İslamcı, mağdur bir liberal demokrat olduğu iddiasıyla karşınıza gelebiliyor.